10 Kasım 2014 Pazartesi

AYVALIK / CUNDA

TAKSİYARHİS RAHMİ M. KOÇ MÜZESİ




31 Mayıs 2014 tarihinde açılan müzeyi 2 arkadaşımla beraber 8 Kasım 2014 tarihinde yaptığımız kısa Cunda gezisi sırasında ziyaret etme şansını buldum. Yıllardır virane durumda, yıkılmayı, tamamen yok olmayı bekleyen bu yapıyı restore edenlere ve burayı güzel bir müzeye dönüştürenleri kutluyorum, teşekkür ediyorum.


Koç ailesinin, Rahmi M. Koç’un Ayvalık’a olan ilgisini biliyorum. Daha öncede burada yok olmak üzere olan yapıları restore ettirdiğini ve toplumun hizmetini sunduğunu biliyordum.


Ancak bu defa İstanbul Haliç’teki Rahmi M. Koç müzesinin çok küçük ölçeklide olsa benzerini Ayvalık Cunda’da görmekten çok mutlu oldum.
Arabalar, farklı amaçlarla geçmişte hizmet vermiş orijinal motorlar, arabalar, gemi maketleri ve denizcilik malzemelerini bu müzede görebilirsiniz.


Müzeye mutlaka çocuklarınızı ve torunlarınızı da götürün. Zira 2. Katta onlar için harika bir oyuncak koleksiyonu var. Bugünün çocukları geçmişteki oyuncakları görünce acaba onları kıskanır mı, yoksa ellerindeki elektronik oyuncaklara daha sıkı sarılır bilemiyorum.
Bu arada müzede çalışan görevlilerden bahsetmeden geçemeyeceğim. Bilet gişesindeki görevliden koruma görevlisine, temizlik elemanlarına kadar herkes işini çok iyi yapıyor. Temizlik görevlisi yaklaşık 1 saat içinde elinde toz bezi ile aynı kanepeyi ve diğer sergi vitrinlerini 3 kez silerken gördüm, fazlasını bilemiyorum.
En yakın zamanda daha uzun bir ziyaret için Ayvalık Cunda Taksiyarhis Ayvalık / Cunda Rahmi M. Koç Müzesinde olacağım.
Müze giriş ücreti   Tam: 4 TL    Öğrenci: 2 TL
Müze pazartesi günleri kapalı.
Adres:
Namık Kemal Mahallesi Şeref Sokak No: 6 A
Alibey Adası (Cunda) Ayvalık / Balıkesir



Aşağıdaki bilgiler alıntıdır ve müzenin web sitesinden alınmıştır.
Kilise, Alibey (Cunda) Adası Rum Ortodoks (Moschonese) cemaati tarafından, 1873 yılında, eski temelleri üzerine Anakent (Metropol) Kilisesi olarak inşa edilmiştir. Bu yıllarda, Ada'nın çoğunluğu Rum olan nüfusu 8.000-10.000 civarındaydı. Kilise, 'Taksiyarhis'e, yani Koruyucu Baş Melekler Cebrail ve Mikhail'e atfedilmiştir. Halen Ada'nın en önemli anıt yapısını teşkil etmektedir.

Tek kubbeli, bazilika tipinde, dikdörtgen planlı yapı, döneminde yaygın olarak kullanılan Neo Klasik mimari üslubundadır. Cephesini süsleyen üçgen alınlık, sarımsak taşından yapılmış arşitravı taşıyan ion başlıklı iki sütün ve iki pilaster, kemerli pencereler, bu üslubu yansıtan özelliklerdir. İki çan kulesinden sadece biri ayakta kalmıştır. Yığma tekniği ile örülmüş duvarlar ve sövelerde, yörenin ünlü taş ocaklarından çıkarılan sarımsak taşı kullanılmıştır. Dört taşıyıcı sütün, naosu kuzey ve güney olmak üzere iki nefe ayırır. Taşıyıcı sütunlar tuğladan yapılmış, kireç harçlı sıva ve alçı ile kaplanmıştır. Batıda narteks bölümü yer almaktadır. Doğuda ise iki nef ve bema, geç Bizans döneminin kilise mimarisini andıran dışarıya taşkın üç apsis ile bitirilmiştir. Bemanın apsisi daha büyük, yan apsisler daha küçüktür. Nefler ve bema, tonozlarla örtülmüştür ve üç yarım kubbe ile bitirilmiştir. Galeri, kadınlar bölümü (Gynaikeion) olarak yapılmıştır. İç mekan, kireç harçlı sıva ve alçı ile kaplanmış, dini figür tasvirleri, bitkisel ve geometrik motiflerle bezenmiştir.

1927-1928 yıllarında, kilise binası, minaresiz bir camiye çevrilmiştir. Bu sırada ikonostas sökülmüş ve tasvirlerin üstü boyanmıştır. 1944 depreminde hasar gören bina terk edilmiştir. Zaman aşımına ve insan tahribatına uğrayan anıtsal bina, bakımsız kalmış ve yıpranmıştır. 
1976 yılında Ayvalık ve çevresindeki 17.900 hektarlık alan, doğal ve tarihi sit alanı ilan edilmiştir. 28.10.1989 -1795 sayılı karar ile Taksiyarhis Kilisesi, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescil edilmiştir.

Korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescillenen Taksiyarhis Kilisesi'nin koruma grubu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun 05.11.1999 / 660 tarih- sayılı ilke kararına uygun olarak 1.grup olarak belirlenmiştir.

Vakıflar Balıkesir Bölge Müdürlüğü, restorasyonun yapılmasına kadar geçecek sürede yapıda oluşabilecek çökmeler sonucu yapının daha çok hasar görmemesi için, yapıyı ahşap malzeme ile askıya aldırmıştır. Ancak yıllar geçtikçe bu ahşap malzeme de çürümüş ve kilise korumasız kalmıştır. 02.05.2011 tarihli Vakıflar Meclisi kararı ile Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı'na tahsis edilen kilise binasının restorasyonu, Ark İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş'nin uzman mimar ve restoratörleri tarafından yapılmıştır.

12 Ekim 2014 Pazar

BEYAZ GECELER RUSYA

ANASTASİA İLE BEYAZ GECELER

MOSKOVA’DAN ST. PETERSBURG’A 



 Peterhof Sarayı, St. Petersburg

 Kremlin Bahçesi, Moskova

Kazan Kilisesi, St. Petersburg

Fotoğraflar: Levent Karacaoğlu

14 - 25 Temmuz 2011 Tarihleri arasında eşimle birlikte Rusya’da MS/Anastasia adlı yolcu gemisi ile Moskova'dan St. Petersburg’a kadar devam eden Volga nehrine bağlantılı birçok nehir, göl, kanal ve seviye havuzundan geçerek güzel bir tatil yaptık.

İstanbul Atatürk havalimanından saat 08.35’de havalan THY Uludağ adlı Airbus A320 uçağımız yerel saatle (Saat farkı +1) 12.40’da Moskova Sheremetyevo havalimanına indi. Tura Turizmin 86 kişiden oluşan Türk turist kafilesi olarak, Rusya ile karşılıklı vizenin kaldırılması nedeniyle kısa süren pasaport kontrolünden sonra rahatça bu ülkeye giriş yaptık.

Bizi karşılayan 3 Türk rehberimizin eşliğinde, Rusya’da 12 gün sürecek tatilimizde hem otel kullanacağımız hem de bizi Moskova’dan St. Petersburg’a götürecek olan nehir gemimizin bulunduğu limana hareket ettik.      
            
Moskova Nehri ana limanda demirli bulunan 260 yolcu kapasiteli ve 4 katlı Anastasia gemisine girdiğimizde yerel kıyafetler içinde bir Rus kızı bize ekmek ve tuz ikramında bulundu. Ekmekten bir parça koparıp tuza banarak yedik. Aynı zamanda bir delikanlı kemanı ile Rus klasiklerinden Kalinkayı seslendiriyordu.
            
Kamaralarımıza yerleştikten sonra, gemiyi ve çalışanları tanımak için dışarı çıktık. Gemiye adını veren Anastasia son Rus çarı 2. Nikolay’ın en küçük kızı. 1918 yılında 3 kız 1 erkek kardeşi, annesi ve babası ile birlikte Ekaterinburg’da Bolşevikler tarafından kurşuna dizilmiş.
             
Üç gün Moskova’dayız. Moskova nehrinin içinden geçtiği şehir Rusya Federasyonun başkenti, nüfusu yaklaşık 11 milyon. Moskova Rus ulusal kimliğinin içe dönük tarafını yansıtıyor. Burası sadece bir başkent değil, Rusların yaşamında tarihi, politik, ekonomik, kültürel ve dini merkez. Kızıl Meydan, Kremlin, görkemli kiliseler ve katedraller, harika müzeler, sanat galerileri, opera ve bale gösterileri, bulvar ve caddeleri, devasa parkları ile turistlerin başını döndüren bir şehir.


Novodeviçiy Manastırı Moskova / Nazım Hikmet Mezarı
            
Moskova şehir turumuza ünlü şairimiz Nazım Hikmet Ran ve eşi Vera’nın mezarlarının bulunduğu Novodeviçiy Manastırı ile başlıyoruz. Rüzgâra karşı yürüyen adam figürlü siyah granit mezar taşının önünde fotoğraf çektiriyoruz. Bugün artık defin işleminin yapılmadığı bu mezarlıkta Çehov, Gogol, Prokofyev, Gromiko, Kruşçev, Yeltsin gibi politikacıların ve sanatçıların da mezarları bulunuyor.
            
18. ve 19. yüzyıldan kalan yapıların sıralandığı ve sadece yayalara açık Arbat Caddesini geziyoruz. Adım başı kendi müziğini yapan müzisyenler, müşterilerinin karakalem resmini yapanlar ve hediyelik eşya satan mağazalar o kadar çok ki insan hangisine bakacağına şaşırıyor. Öğle yemeğini Arbat’ta bulunan Hard Rock Cafe’de.
            
Rusya’da her yemek mutlaka salata ile başlıyor, salatasını bitirene ana yemek servisi yapılıyor. Gezi boyunca daha çok hindi, tavuk, balık ikram edildi. Her yemekte mutlaka tereyağı veriliyor, çorbaları besleyici. Kırmızı pancar, lahana ve havuç bir şekilde içinde bulunuyor. Örneğin dünyaca ünlü Borç çorbası, ekşi krema eklenmiş kırmızı pancar, lahana ve sığır eti parçalarından oluşuyor. Ruslar her mevsim severek dondurma (morozhenoe) tüketiyorlar. 
           
  St. Petersburg’u görmeden Rusya seyahati tamamlanmamıştır derler. Bu söze katılıyorum ve ekliyorum; Moskova’ya yapılan ziyaretler metro istasyonları görülmeden bitmemeli. 12 hatlı dünyanın en eski ve büyük metrolarından olan Moskova metrosu her biri sanat harikası olarak kabul edilen 182 istasyona sahip. Yoğun saatlerde her 90 saniyede bir trenin geldiği sistemden her gün 9,2 milyon kişi yararlanıyor.
Moskova metrosunda ilginç bir uygulama var, hattın ve istasyonların isimleri yolculuk sırasında anons ediliyor. Anonsu yapan kişi erkek ise bindiğiniz trenin yönü Moskova'nın merkezine doğru gidiyor, kadın ise merkezden dışarı doğru gidiyor anlamı taşıyor.
Pahalı bir şehir sayılan Moskova’da metro ucuz, 28 ruble. (1 Euro=40 ruble, 1USD=28,19 ruble civarında idi.)
            
Moskova’nın merkezi Kızıl Meydan. Her yıl 1 Mayıs’ta binlerce kişinin katıldığı geçit törenin yapıldığı ve televizyonlardan hatırladığım taşlarla kaplı bu meydanının girişindeyim. Rusya’nın en tanınmış manzarası karşımda; Aziz Vasili Katedrali. Solumda ünlü devlet mağazası GUM, sağımda kızıl ve siyah renkli Ural granitlerinden yapılmış Lenin’in mozolesi ile kırmızı tuğlalardan yapılmış Kremlin bulunuyor.
            
Kremlin, bugün hala Rusya devlet başkanı Dmitry Medvedev’in çalışma ofisi olarak kullandığı yer. Rehberimiz başkanının ofiste olduğunu söylüyor, çünkü Rusya’nın bayrağı gönderde dalgalanıyor. Medvedev ofisinde çalışırken biz Kremlini geziyoruz. Tophane, Senato, Yüksek Sovyet Prezidyumu, Kongre Sarayı sonra katedral meydanına geliyoruz.
12 Havari katedrali, Patrik sarayı, Meryem’in Göğe Çıkış Katedrali, Başmelek Katedrali. Her milletten binlerce turist 28 hektarlık bu sarayın içinde meraklı gözlerle dolaşıyor.

En çok ilgi görenlerden biri 200 tonluk dünyanın en büyük çanı olan Çar Çanı. 1733-1735 yılları arasında dökülen bu çan daha soğumadan Kremlinde çıkan bir yangını söndürmek isteyen İtfaiyecilerin su tutması üzerine çatlamış. Kopan 11 tonluk parçanın önünde fotoğraf çektirmek için sıra var. Diğer ilgi gören ise bugüne kadar üretilmiş en büyük top olan Çar Topu (1586’da), ancak hiç kullanılmamış, tıpkı Çar Çanı gibi.
            
Moskova’da Tarih Müzesi, Puşkin, Çehov, Gorki, Dostoyevski Edebiyat Müzeleri, Serçe Tepesi, Maksim Gorki parkı ve gösterişli Yelisev Yiyecek Pazarı gezilebilir.
            
Anastasia 17 Temmuz günü bizi uğurlamak için limana gelen orkestranın çaldığı Katuysha şarkısı eşliğinde demir aldı. St. Petersburg’a kadar önümüzde 5 gün var. Sırasıyla; Uglich, Yaroslavl, Goritsy, Kizhi ve Mandrogi’yi göreceğiz. Buraları nehir veya göl kenarında, Rusya bozkırında yer alan köyler, küçük şehirler.

Uzaktan sanki maket gibi görünen soğan kubbeli kiliseler, ahşap evler, limanda bizi karşılayan müzisyenler, elde ürettikleri hediyelik eşyaları satmaya çalışan yaşlı teyzeler, sakin ve sıcacık insanlar.
            
Moskova St. Petersburg arasında nehirleri, gölleri kanallarla birbirine bağlamışlar Ruslar. Çalışmalar Stalin döneminde başlamış. İstanbul’dan yola çıkan bir gemi Don nehrinden Volga nehrine geçerek diğer nehir göl ve kanalları kullanarak Baltık kıyısında bulunan St. Petersburg’a kadar gidebilir. Fakat Moskova denizden 162 metre yüksekte bulunduğu için Baltık Denizi kıyısında bulunan St. Petersburg’a giden yaklaşık 1500 km suyolu üzerinde bulunan 17 seviye havuzundan geçek zorunda kaldık. Gemimiz 162 metre yüksekten deniz seviyesine indi.
            
Moskova’dan kuzeye doğru çıktıkça beyaz geceler daha da belirgin hale geliyor. Geminin güvertesinde saat 22.00 civarında gazete okumak mümkün, gökyüzü tam karanlık olmaya yüz tutarken birden sanki güneş yeniden doğmaya başlıyor (Haziran Temmuz arasında en uzun gündüzler yaşanıyor, 2 hafta hiç güneş batmıyor). O nedenle beyaz geceler eşittir uykusuz geceler demek daha doğru olacak.
            
Kizhi Adası, Onega Gölü / Tecelli Kilisesi

Gezimizin sonuna doğru Rusya’nın kuzeyinde gideceğimiz en son nokta Avrupa’nın 2. büyük gölü olan Onega gölünde bulunan Kizhi adası.  Ada UNESCO dünya kültür mirası listesinde bulunuyor. Adanın üzerinde bulunan Tecelli Kilisesi tek bir çivi kullanılmadan sadece balta ve testere ile 1714 yılında inşa edilmiş. Temeli taştan yapılan büyük kilise, çam ağacından sekizgen bir formda kurulmuş. Toplam yirmi iki kubbeli olan kilise klasik Rus Ortodoks mimarisini yansıtır. Kubbenin balık pulu gibi görünen tahta kiremitlerinin toplam adedi 60.000 olup aynalı (titreyen) kavak türünden yapılmış.
            
Onega gölü Svir nehri ile Avrupa’nın en büyük gölü olan Ladoga gölüne, Ladoga gölü de  Neva nehri ile St. Petersburg’un kurulduğu Baltık Denizi kıyısına bağlı.
Rusya’da suyolları kullanarak yapılan taşımacılık, balıkçılık ve su sporları o kadar gelişmiş ki hayret etmemek mümkün değil.
            
Gezimizin son dört gününü geçireceğimiz Büyük Petro’nun kenti St. Petersburg’a yaklaştıkça gezimiz bitiyor diye hem hüzünlendim, hem de her görenin unutamadığı anılarla döndüğü bu kenti görecek olmaktan mutluluk duydum.
           
  Rusya’nın 2. , Avrupa’nın 39. büyük kenti olan St. Petersburg Çar Büyük Petro (Bütün dünyanın büyük adını verdiği Petro’ya sadece biz deli unvanı vermişiz) tarafından 16 Mayıs 1703’de kurulmuş. 200 yıl Rus Çarlığı’nın başkentliği yapan kentin adı; iç savaş sırasında Petrograd, Sovyetler Birliği döneminde Leningrad olarak anılmış. 1991’de Sovyetlerin dağılması üzerine kentin adı yeniden Sankt Petersburg olarak değişmiş.
II. Dünya Savaşı sırasında (1941) kent Almanlar tarafından kuşatılmış, kuşatma 900 gün sürmüş, 1 milyon insan açlık ve salgın hastalıklardan dolayı hayatını kaybetmiş.
            
5 milyon nüfuslu St. Petersburg, Venedik ve Roma gibi şehirler örnek alınarak inşa edilmiş. Bana biraz da İstanbul’u hatırlattı. Kuzey’in Venedik’i denilen St. Petersburg Neva nehrinde 42 ada üzerinde kurulmuş. Bu adalar 400 köprü ile birbirine bağlı.
            
St. Petersburg şimdiye kadar gördüğüm gezilmesi en rahat kent. Bir kenti keşfetmenin en güzel yolu yürüyerek oluyor, yorulduğumuzda metro imdadımıza yetişti. Şehrin merkezi, kalbi Nevski Prospekt caddesi ve civarı. Cetvelle çizilmiş gibi 5 km boyunca uzanan bu cadde dünyanın da en büyük caddelerinden biri. Kiliseler, tarihi yapılar, alışveriş merkezleri, restoranlar, sokak ressamları ve müzisyenleri sıralanmış.
            
St. Petersburg Rusya’nın Avrupa’ya açılan kapısı, kendisi de Avrupalı, moda, sanayi, kültür ve sanat konusunda Avrupa’nın büyük kentleri ile yarışır. Moskova ne kadar tutucu ise, St. Petersburg o kadar serbest ve liberal. Turistik yerlere girişte Türk parası geçerli ve ruble ile değişim yapıyorlar, hatta Türkçe konuşarak kitap, CD satıyorlar.
            
St. Petersburg’da gezimize Vasilyevski adasından başlıyoruz. Eskiden deniz feneri olarak kullanılan 2 Rotsal Sütun, Donanma Müzesi, ünlü Sibirya mamutunun sergilendiği Zooloji Müzesi, Rus kimyageri Mendeleyev Müzesi burada ziyaret edilebilir.
            
1703 tarihinde Büyük Petro’nun Tavşan Adasında ilk kazmayı vurduğu yerde yapılan Petro- Pavel Kalesini ve katedrali geziyoruz. Büyük Petro ve pek çok halefinin mezarı burada.
            
Zarif saray Meydanı, meydana hakim Kışlık Saray ve meydanın ortasında Çar Aleksandr’ın 1812’de Napolleon’a karşı kazandığı zaferin anısına dikilen Aleksandr Sütunu. Belki inanmayacaksınız ama sütun 48 metre yüksekliğinde ve tek parça granit, tam 700 ton ağırlığında. Esas ilginç olanı zemine tutturulmamış, kendi ağırlığının desteği ile ayakta duruyor. Donanma Binası, Aziz İshak Katedrali, Kazan Kilisesi, Tatar Camii diğer ziyaret ettiğimiz yerler. Griboyedov kanalı üzerinde bulunan Kanı Dökülen Kurtarıcı Kilisesinde restorasyon çalışması olduğu için dışarıdan bakmakla yetiniyoruz.
            
Sırada hepimizin sabırsızlıkla beklediği dünyanın en büyük müzelerinden biri olan Hermitaj (İnziva) var. Paris’te Louvre, New York’taki Metropolitan müzelerinden geri kalmayan bu Kışlık Saray genç İtalyan mimar Bartolomeo Rastrelli tarafından yapılmış.
Hermitaj’da tarihöncesinden 20. yıl sanatına kadar eserleri görmek mümkün.
Müzede 3 milyon adet parça bulunuyor, her bir parçaya 10 saniye baksanız tamamını görmek için 3,5 yıl süreceği söyleniyor.
Hermitaj’da 120 salonda Raffaello, Leonardo da Vinci, Michelangelo, El Greco, Velazquez, Matisse, Roden, Van Gogh, Picasso vb. ünlü sanat ustalarının eserleri sergileniyor.

Ayrıca Anadolu’dan getirilen birçok eşyanın yanında III. Sultan Selim tarafından 1793 yılında Çariçe Büyük Katerina’ya hediye edilen, Osmanlı padişahlarının dini merasimlerinde kullandığı ipek nakışla süslenmiş göz kamaştırıcı otağda dikkati çekiyor.
            

St. Petersburg dışında bulunan 2 saray, Çarın Köyündeki Ekaterinburg Sarayı ve Büyük Petro’nun İsveçlilere karşı kazandığı zaferden sonra yaptırmaya karar verdiği Peterhof Sarayı. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmur altında gezdiğimiz Peterhof Sarayı dünyanın en görkemli bahçeleri arasında yer alıyor. Burada 64 çeşme, 37 yaldızlı bronz heykel ve 142 fıskiye bulunuyor. Yağmura rağmen buradan hiçbirimiz ayrılmak istemedik.

Çok sayıda arkadaş edindiğimiz, çok keyif aldığımız bu gezi 25 Temmuz günü sona erdi.

St. Petersburg gibi güzel bir kente hiç yakışmayan Pulkova havalimanından saat 18.50’de havalanan uçağımız saat 21.10 civarında İstanbul Atatürk havalimanına indi.

            
Dostlarımızla vedalaşırken bir başka gezide buluşmak için kararlar aldık. 

Temmuz, 2011

EJDERHANIN AĞZINDAKİ İNCİ; ÇİN

EJDERHANIN AĞZINDAKİ İNCİ; ÇİN



Fotoğraf:Sahavet Karacaoğlu

14 – 27 Ağustos 2009 tarihleri arasında eşimle birlikte yaptığımız Çin seyahati izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Hey Travel Trends acentesinin düzenlediği “Antik Çin ve Yangtze Turu’na” İstanbul’dan katıldık. THY’ne ait Airbus A330–200 Bursa adlı uçağı İstanbul-Pekin arasını direkt uçarak 8 saatte ulaştı.Türkiye ile Çin arasında 5 saatlik fark nedeniyle, inince (TSİ 08.30) hemen saatlerimizi 13.30’a ayarladık.
        
Çin’in başkenti olan Pekin’de (Beijing) yılda 66 milyon yolcuya hizmet veren Capital İnternational havaalanında bizlere yerel rehberlik yapacak olan İsan karşıladı. İstanbul’dan bizimle beraber gelen Türk rehber Ekin Tutluoğlu ise her sorumuza, sorunumuza tüm gezimiz boyunca cevap vermek için etrafımızda adeta pervane oldu.
        
Çin yaz aylarında sıcak ve nemli bir iklime sahip, 11 gün süresince pırıl pırıl masmavi bir gökyüzü göremedik, sürekli sis vardı.
Çin Halk Cumhuriyeti’ni kısa bilgilerle tanımak için şu bilgiler herhalde yeterli olur sanırım.
Çin, 1,3 milyar nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkesi. Sosyalist Cumhuriyetle yönetilen ülkenin devlet başkanı Hu Jintao, başbakanı ise Wen Jiabao.

5000 yıllık yazılı bir tarihi olan Çin Günümüz medeniyetinin temel taşlarını oluşturan kâğıt, barut, pusula ve matbaacılık gibi pek çok buluşun sahibi.

Çin nüfusunun %92'sini Han ulusu olarak bilinen etnik Çinliler oluşturuyor, bunun dışında 55 etnik grup var. Bunlardan biri Uygur Türklerinin yaşadığı bizim Doğu Türkistan dediğimiz Sincan Uygur Özerk Bölgesi.

Çin, birçok dinin bir arada bulunduğu bir ülke. En yaygın din Budizm, Taoizm’de yaygın. İslamiyet, Hıristiyanlık sonra geliyor.

Çin dünyada en fazla döviz rezervine sahip ülke. Döviz rezervleri 350 milyar doların üzerinde. Japonya’dan sonra dünyada en fazla otomobil üreten ikinci ülke. 1000’den fazla yolcu uçağı var. Yılda 406 milyon kişi uçakla uçuyor.
Kişi başına düşen milli gelir 1304 dolar. Enflasyon 4,3, büyüme oranı 9,2.  Eğitim parayla, üniversitelerin yıllık ücreti 2000 dolar. Sağlık hizmetleri de paralı.

Ortalama ömür hem kadınlar hem erkeklerde 80’in üzerinde. Gezimiz sırasında hiçbir Çinlinin yaşını doğru tahmin edemedik, minyon tipleriyle çok daha genç gözüküyorlar. Bir aile tek çocuk yapabiliyor. İkinci çocuk isteyenler devlete 35 bin dolar ödemek zorunda.

Çin parasının adı Yuan. 1 Türk Lirası= 4,8 Yuan civarında. Çin yeme içme, alışveriş yönünden Türkiye’ye göre daha ucuz sayılır. Hele taksi ücretleri kıyaslanmayacak kadar ucuz. Pekin’de ilk akşam Hou Hai’den (arkadaki deniz) otelimize yaklaşık 20 km taksi ile yolculuk yaptık ödediğimiz para 48 Yuandı (10TL).

Pekin, çok temiz ve düzenli bir başkent. Geniş yollar, bakımlı gökdelenler şehrin her yerinde. 2008 yaz olimpiyatları nedeniyle şehir yeniden elden geçirilmiş.

Pekin’de kaldığımız 3 gün buyunca; Gök Tapınağı, Yasak Şehir,
Çin Seddi ve Tiananmen Meydanı gezdik. Benim en çok merak ettiğim, aslında en çok bilgi sahibi olduğum Çin Seddi idi. Çin Seddi beni gerçekten çok etkiledi, heyecanlandım ve şaşırdım. Birçok noktadan Çin Seddine ulaşmak mümkün. Biz Pekin’e 85 km uzaklıkta bulunan Jinshaling’e gittik.

Çin Seddi'nin tarihi 2000 yıl öncesine kadar uzanıyor. Çin'in ilk imparatoru Qin Shihuang, M.Ö. 221 yılında Çin'i birleştirmiş. Qin Shihuang, kuzeyde yaşayan Hunların saldırılarını engellemek için Çin Seddi'ni inşa ettirmiş.

Seddin yıkılmış olan kısımlarıyla birlikte uzunluğu 6.000 kilometreyi buluyor. Blok tuğlalardan yapılan Çin Seddi'nin yüksekliği 7–8 metre, genişliği ise 6 m civarında, üzerinde 5 at yan yana yürüyebilir.Set boyunca birkaç yüzer metre arayla yangın kuleleri bulunuyor.
        
Fotoğraf: Levent karacaoğlu / Çin Seddi

İmparatorluk Sarayı Müzesi (Gu Gong) 72 hektarlık bir arazi üzerine kurulmuş, uğurlu sayıldığı için 9999 odası bulunan saray yaklaşık 500 yıl boyunca halka kapalı tutulduğu için yasak şehir adını almış.
        
Gök Tapınağı, Pekin’in en büyük parkı olan Tiantan Parkı içinde bulunuyor. Tek bir çivi çakılmadan inşa edilen 37,5m yüksekliğindeki Hasat Duası Sarayı muhteşem.
Çinliler çok hareketli insanlar. Meydanlarda oturan, çimler üzerinde yatan, bir şeyler yiyen, cep telefonunu karıştıran kimseyi görmedim. Sabah erken saatlerde Tiantan Parkında salon dansları yapan, tüylü top oynayan, Tai ci yapan yüzlerce Çinli içinde hiç şişman insan görmedim. Herhalde bunda yeme içme kültürünün de etkisi var.
        
Fotoğraf: Levent Karacaoğlu / Pekin Caddelerinde 

Çin mutfağı sağlıklı bir mutfak. Tuz ve ekmek yok, yağı az kullanıyorlar. Yemekler buharda pişiriliyor, yemek pişmeye yakın wok tavasında kısa süre çevriliyor. Bu arada istiridye yağı ilave edilerek yemeğin parlak olmasını ve göze hoş gözükmesini sağlıyorlar. Mutfaklarında et, tavuk, balık kadar sebzeye de yer veriyorlar. Tarihleri boyunca birçok kıtlık yaşayan Çinlilerin yemedikleri şey neredeyse yok. Ancak biz 20 kişilik bir turla gittiğimiz için Çin yemeklerini Türk damak tadına uyarlanmış şekliyle gerçekten zevkle yedik.
Yuvarlak yemek masasın ortasında dönen 2. masaya her öğünde en az 13–15 çeşit yemek geldi ve isteyen beğendiği yemekten istediği kadarını tabağına alarak yedi. Çin adetlerine göre sofraya en son çorba geliyor, çorbanın malzemesi menüdeki yemeklerin malzemesine sahip.
Çay yemekten sonra değil, yemekle birlikte sunuluyor. Çay Çin’de gündelik hayatın ve yemeklerin ayrılmaz bir parçası. Sağlığa faydası kanıtlanan yeşil çay ile hoş, dinlendirici kokusu ve yumuşak içimiyle beğenilen yasemin çayı Çin’in dünyaya en güzel armağanı herhalde.
        
Dünyadaki en büyük şehir meydanı olan Tiananmen, Pekin’in tam ortasında bulunuyor. 44 hektar büyüklüğündeki meydanda 1989 yılında öğrenci gösterileri sırasında trajik olaylar gerçekleşmişti. 1 milyon kişi alabilen meydanı gezdik, topluca hatıra fotoğrafı çektirdik.
        
Ayrıca Pekin’in eski kültürü ve yaşam havasını bizzat solumak için çekçeklerle hutonglarda dolaştık, Çinli bir aileyi yakından tanıma fırsatı bulduk, Yazlık Sarayı gezdik. Çok güzel bir salonda nefis bir Kung Fu Show izledik. Çin’de 2. durağımız Xian’a Pekin’den Çin havayolları uçağı ile 1saat 45dakikada ulaştık.
        
Xian (Şian) tarihi binlerce yıl öncesine dayanan, bugün 6 milyon nüfusa sahip sanayi şehri. İpek ticaret yolunun başlangıç noktası olması Xian’ın Çin uygarlığının hazine sandığı olmasında etkilidir herhalde.
        
Xian’da 14,5 km uzunluğundaki dikdörtgen şehir surlarını, Çan kulesi, Davul Kulesi, Büyük Yaban Kazı Pagodası, Müslüman mahallesi ve Ulu Camii gezdiğimiz yerler.

Hayatımda ilk kez opera binasına gittim ama opera izlemek için değil. Eskiden opera olarak kullanılan binada koltukları sökmüşler, yüzlerce turistin yemek yediği bir gösteri salonuna dönüştürmüşler. Akşam yemeğimizi yerken müzik ve dans gösterisi Tang Dynasty Show izledik.
Fotoğraf: Levent Karacaoğlu / Tang Dynasty Show

Xian’da Çin’in en değerli arkeolojik hazinesi olan Toprak Savaşçıları (Terra Cotta) bulunuyor. Xian’a 30 km uzaklıkta bulunan Qin Hanedanı Ordusunun Toprak Savaşçıları ve Atları Müzesi’ne 1 gün ayırdık.
Bu harika yapıt rastlantı sonucunda, 1974 yılında kuyu kazan köylüler tarafından bulunmuş. İmparator Qin henüz hayattayken M.Ö. 246 yılında başlanan mezarının inşası 40 yıl sürmüş, inşaatta 700 bin kişi çalıştırılmış. Mezarın temeli dörtgen şeklinde, güneyden kuzeye 350 metre uzunluğunda, doğudan batıya 345 metre genişliğindedir; 76 metre yüksekliğinde toprak bir piramit şeklinde.

Boyları 183 – 195 cm arasında değişen bu heykel askerlerin her birinin yüz ifadesi farklı. Kazı alanında çoğu hala toprak altında 8000 asker, 520 atıyla birlikte 130 savaş arabası, 150 süvari atı bulunduğu tahmin ediliyor.
Fotoğraf: Levent Karacaoğlu / Terra Cotta Ordusu

Qin Shihuang Mezarı ve Terra Cotta Ordusu dünyanın 8. harikası olarak kabul ediliyor. 1987 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları listesine alınmış.
2 gece kaldığımız Xian’dan güzel duygularla ayrıldık. 2 saatten kısa süren uçak yolculuğu sonunda Çin’in en kalabalık (31 milyon) eyaleti olan Çongçing’e ulaştık.

Çongçing, 6300 km uzunluğa sahip dünyanın Nil ve Amazon’dan sonra 3. büyük nehri olan Yangtze’nin en önemli limanına sahip.
Yangtze nehrinde 3 gün sürecek gemi yolculuğu ile yaklaşık 600 km sonra Yichang şehrine ulaşacağız. Victoria Katarına adlı nehir gemisinin kalkmasına daha çok zaman var, Çongçing şehir turu yapıyoruz. Pandaları ile ünlü hayvanat bahçesine, şehir meydanına ve kapalı pazarına gidiyoruz. Kafes içinde alıcısını bekleyen kaplumbağalar, kurbağalar ve yılanlar, kanatlı hayvanlar, bize tanıdık gelen gelmeyen sebze ve meyveler. Pazar gezmeyi zaten çok severim, bu fırsatı kaçırmadım.
Bir yandan fotoğraf çekerken bir yandan da daha önce hiç görmediğim yiyecekleri tanımak için hızlı bir tur attım.

Toplam 266 yolcu kapasiteli, 98 m uzunluğunda, 6 katlı gemi gecenin karanlığında Çin’in doğusuna, Yichang’a doğru ilerlemeye başladı. Sabırsızlıkla sabahın olmasını bekliyoruz, yarın nasıl bir coğrafyada uyanacağız acaba.
Footoğraf: Levent Karacaoğlu / Yangtze Nehri 

Sabah herkes üst güvertede toplandı, güneşin doğmasını beklerken çamurlu Yangtze nehrinde ilerleyen gemiden etrafı izlemeye başladı. Nehrin genişliği bazı yerlerde 1000 m geçiyor, Nanjing’de Yangtze nehir köprüsü tam 1577 m uzunluğunda. Derinlik ise 90 – 140 m arasında değişiyor. Etraf yüksek dağlar, ilginç görünümlü tepelerle çevrili.
Hoş geldiniz partisi veren ve elimizi tek tek sıkan kaptan Gong Ju Cheng çok genç, gemide herkes çok sempatik ve güler yüzlü.

Geceleri tam yol giden gemimiz gündüzleri nehir kenarındaki ilginç yerlerde mola vererek oraları ziyaret etmemizi sağladı. En çok merak edilen yerde nehir yolculuğunun son günü ulaşacağımız Üç Boğazlar Barajı idi. Bu barajın yapımına 1992 yılında başlanmış ve kısa süre önce bitirilmiş.
25 milyar dolara mal olan 2309 m uzunluğundaki baraj dünyanın en büyüğü. Victoria Katarına adlı gemimiz, baraj gölü seviyesinden 90 m aşağıda bulunan Yangtze nehrine 5 büyük havuz asansörünü kullanarak indi. Bu sistem müthiş işliyor, sanırım aynı sistem Panama Kanalında da var.
        
Nehir yolculuğumuz bitti, ama Yangtze yoluna devam edecek. Doğu'ya doğru akarak Shanghai’den (Şangay) Doğu Çin denizine dökülecek.

Yichang’da bindiğimiz uçak, Çin’de son 3 gecemizi geçireceğimiz Shanghai’ye vardığında Çin’in gelişmişliğini bir kez daha tanık olduk.

Shanghai yapılanlarla birlikte 4000’den fazla gökdelene sahip, Çin’in en zengin, modern yaşama sahip, hareketli finans şehri.
Mayıs-Ekim 2010'da Expo 2010 Dünya Fuarı'na ev sahipliği yapacak.
Yeşil Buda Tapınağı, Yu yuan Bahçeleri, ünlü alışveriş caddesi Nanjing, Çin akrobasi şovu gideceğimiz yerlerden bazıları.
Fotoğraf: Levent Karacaoğlu / Oriental Pearl TV Tower

Bunlardan biri 468 metre yükseklikteki "Doğu'nun İncisi" adı verilen televizyon kulesi. Shanghai'nin manzarasını seyretmek için ideal bir yer. Hızlı asansörle sadece 40 saniye içinde kulenin 263. metre yükseklikteki en büyük küresine çıktığımızda yılan gibi kıvrılıp akan Huangpu nehrindeki gemileri ve Shanghai’yi 360 derecelik açıyla görme şansına sahip olduk. Bir alt katta gezindiğimiz zemin cam olunca altımızda kalan parkı, yolları, arabaları, evleri korkarak seyrettik. Shanghai Longyand tren istasyonu ile Pudong Havaalanına arasında hızı saate 430 kilometre olan Maglev (Manyetik) treni denemek ise nasip olmadı. 
Kısmetse bir daha ki sefere diyerek, Pudong’a otobüs ile gidiyoruz ve 11 saat sürecek olan Shanghai – İstanbul yolculuğumuz için gece yarısı THY’nın yine Bursa uçağına biniyoruz. Hoşçakal uyanan ejderha, hoşçakal Çin.  
Ağustos, 2009

MİDİLLİ

KALİMERA LESVOS, MERHABA MİDİLLİ


Fotoğraf: Levent Karacaoğlu

Yıllardır Dikili’ye her gidişimde göz göze geldiğim Midilli adasını herkes gibi bende keşfetmek ve oralardan bizim buralara bakmayı hep arzu etmişimdir.

Bu arzum 7 – 9 Mayıs 2010 tarihleri arasında Bergama Ticaret Odası ve Bergama Amatör Fotoğraf Sanatı Derneği üyelerinden oluşan 83 kişilik toplulukla gerçekleşti.


Ticaret Odası üyeleri Kalloni’de açılacak karma fuara, fotoğraf derneği üyeleri ise Midilli şehrinde açılacak olan “Dün ve Bugün” konulu ortak fotoğraf sergisine katılmak için Dikili limanından Eşref kaptanın yönetiminde Zehra Jale feribotu ile ayrıldık.


Dikili -  Midilli arası 18 deniz mili ve yolculuk süresi 1,5 saat. Kısa süren pasaport ve vize işlemlerinden sonra Gera körfezi kıyısında Midilli şehir merkezine 6 km uzaklıkta bulunan Mytılana Village adlı otelimize yerleştik.  

Akşam coşkulu Yunan müziği eşliğinde bizlere hiç yabancı olmayan yemekleri ve mezeleri tattık. Dört kişiden oluşan Yunan halkoyunu ekibine Bergama ekibi de katılınca eğlenceli güzel saatler yaşadık.


Edremit körfezine iyice sokulmuş, Yunanistan’ın Girit ve Eğriboz adasından sonra en büyük üçüncü adasını biz Türkler Midilli olarak adlandırıyoruz. Aslında Midilli adanın doğusunda, Türkiye’ye bakan yüzünde bulunan en büyük şehri, başkenti.                                  


Tam olarak Ayvalık’ın Tuzla bölgesinin karşısında. Yunanlılar bu güzel adaya Lesvos adını vermiş. Antik yunan lirik şairi, Afrodit kültü rahibesi, ilk kadın şair Sappho M.Ö 630 yılında Lesvos’da doğmuş.


Midilli adası 3Temmuz 1462’de Fatih Sultan Mehmet döneminde fethedilmiş ve Balkan harbine kadar (1913) Osmanlı yönetimde kalmış. Ünlü Türk denizcisi Barbaros Hayreddin Paşa (Hızır Reis) 1478’de bu adada dünyaya gelmiş.
1923 yılında yapılan mübadelede adadaki Türk nüfus Anadolu'daki Rum nüfus ile yer değiştirmiş.                                                                   

1631 km karelik adanın tamamında yaklaşık 100,000 kişi yaşıyor.  Adanın güneyinden kuzeyine doğru uzanan iki büyük körfez var. Büyük olan Kalloni, küçük olanı ise Gera körfezi. Adanın dokuz ayrı bölgesinde termal şifalı su var. Osmanlı döneminde yapılmış hamamlar bugün yok olmak üzere. Midilli şehrinin kuzeydoğusunda bulunan Thermi bugün kaplıcaları ile tanınıyor.



Ada ekonomisi tarım, balıkçılık ve turizmle ilgili. En çok tahıl, turunçgiller, tütün, karpuz ve patates yetiştiriliyor. Ayrıca balıkçılık ve hayvancılık yapılıyor.
11 – 13 milyon zeytin ağacından ise yılda 50 bin ton dolayında zeytinyağı çıkarılıyor.                                                                 

Midilli zeytin ve zeytinyağı ile tanınmış ama otelde açık büfe kahvaltıda verilen tek seçenek yeşil zeytini hiç kimse beğenmedi. Zeytin memleketinde neden güzel bir zeytin yiyemediğimizi rehberimiz Fatih Avdan’da açıklayamadı.


Fatih bey aslen Adanalı, 1996 yılında turist taşımacılığı yapmak için İstanbul’dan Ayvalık’a gelmiş. İlk seferinde, Midilli’de Hakim olarak çalışan şimdi eşi olan Yunanlı bayanla tanışmış ve sonunda evlenerek Midilli’nin eniştesi olmuş. Midilli’de geçirdiğimiz 48 saat boyunca Fatih Bey bize her konuda yardımcı oldu.

Adada yaşayan başka Türklerle de karşılaştık. İstanbul’da üniversite öğrenimleri sırasında tanışan ve evlenerek buraya yerleşen Eskişehir’li Fatoş Hanım ve eşi Yunanlı Aris fotoğraf sergisinin açılışında Türkçe-Yunanca çevirmenlik yaptılar.
Yine sergi açılışında tanıştığımız 1,5 yıldır adada yaşayan Artvin Şavşat’lı Erdal Gümüş. Erdal adanın batısında koruma altına alınan doğa harikası Lesvos fosilleşmiş ormanında Yunanistan’ın Ege Üniversitesi adına araştırmalara katılan bir doktora öğrencisi.

Türkiye’de 19 Mayıs Üniversitesi coğrafya bölümünü bitirmiş ve bir süre burada çalıştıktan sonra Midilli’ye gelmiş.
Burada bulunduğu kısa süreye çok şey sığdırmış, ortak sergi açtığımız Midilli Fotoğraf Sanatı Derneğine üye olmuş, hatta ilk kişisel fotoğraf sergisini burada açmış. Yerli halkın selam verdiği, halini hatırını sordukları sıcakkanlı gencimiz bugünlerde GEOMED 2010 sempozyumunda bildiri sunmak üzere Antalya’ya gelecek.

Midilli’de 30 yıl önce kurulmuş olan Fotoğraf Sanatı Derneği (F.E.M) ile Bergama Amatör Fotoğraf Sanatı Derneği kısa bir süre önce tanıştı. Ortak hazırlanan projeye göre 15 eski 15 yeni Bergama ve Midilli fotoğraflarından oluşan toplam 60 fotoğrafın yer aldığı sergi ilk olarak Midilli kültür merkezinde açıldı.                                                                                                                                        
Sergi açılışında F.E.M başkanı Stratis Tsoulellis ve BEAFSAD başkanı olarak ben, iki toplumun dostluğunu, fotoğrafın ve sanatın bu dostluğun artmasında daha da katkı sağlayacağını belirttik.
Bu sergi yeni kurulan ve 1. yaşını yeni kutladığımız derneğimizin ilk yurtdışı sergisi olması üyelerimizi ve tüm Bergama heyetini heyecanlandırdı.

“Dün ve Bugün” adlı ortak fotoğraf sergisi 74. Bergama kermesinde 8 Haziran 2010, Salı günü saat 19.00’da Bergama Küplü Hamamda açılacak ve 13 Haziran 2010, Pazar gününe kadar açık kalacak.
Midilli’den gelecek olan F.E.M dernek üyeleri ve ziyaretçileri herhalde kermese ayrı bir renk katacaktır. Bergama’da yaşayan tüm fotoğraf meraklılarını ve vatandaşlarımızı sergimize davet ediyoruz.

9 Mayıs Pazar günü otelimizden kahvaltı sonrası ayrıldık. Yerel rehberimiz ve Fatih Bey eşliğinde otobüsü dolduran Bergama kafilesi ile Kalloni’ye doğru yola çıktık. Kafileden bazı arkadaşlar kiraladıkları özel araçlarla adayı kendileri dolaşmayı tercih ettiler.
Araç kiralama bedeli günlük 30 euro, bir günde yaklaşık 30 euroluk benzin harcaması ile adayı gezmek herhalde mümkün.

Kalloni 6000 nüfuslu bir balıkçı beldesi, sardalyesi meşhurmuş. Ağustos ayında festivali yapılıyormuş. Sabah erken saatlerde yakalanan sardalyeler hemen tuza yatırılıyormuş yaklaşık 5 saat tuzda kalan sardalyeler öğleyin çiğ olarak müşterilere sunuluyormuş. Adalılar buna Akdeniz sushisi adını vermiş.
Kalloni aynı zamanda geniş bir ovaya sahip, tarım yapılıyor. Halkı çok sıcakkanlı ve dost insanlar. Bizim nereden geldiğimizi ve kim olduğumuzu öğrenince mutlu oluyorlar.  
Hemen hemen hepsinin bir büyüğü Türkiye’den gelmiş. İzmir, Bergama, Aliağa, Ayvalık, Assos, Foça gibi ege sahil şehirlerimizde dünyaya gelmiş ve yaşamışlar.
Türkiye Yunan vatandaşlarına vize uygulamadığı için çok kez ülkemizi ziyaret etmişler, hatta her hafta pazarlarımıza alışverişe gelenler var.

Kalloni’den sonra adanın kuzeyine doğru önce Petra’ya daha sonra adanın en bakımlı ve en güzel yerleşim yeri Molivos (Mithymna) gidiyoruz. En tepede yerleşmiş ortaçağ kalesinden denize kadar ulaşan evlerin hepsi taş ve ahşaptan yapılmış. Kaleden denize ulaşan taş döşenmiş yollar dar ama bakımlı, evlerin küçük ama bakımlı bahçelerinde rengârenk hanımeli, yasemin ve begonviller misafirleri karşılıyor.

Boyasız, bakımsız, çiçeksiz ev görmek mümkün değil, aslında bu konuda kendimizi eleştirmemiz gerekiyor. Evlerimizin içine ve dışına çok para harcıyoruz, gösterişe çok önem veriyoruz ama içinde yaşayana veya dışarıdan gelen misafire huzur verecek bahçesini çok az para harcayarak sevimli hale getiremiyoruz. Bu sadece evlerimiz için değil, şehirlerimiz, sokaklarımız, parklarımız içinde geçerli.
Molivos’un Avrupa’nın çok uzun zamandır en önde gelen tatil beldesi olduğunu duyunca hiç şaşırmadım.

Öğle yemeği saati geçti karnımız açıktı, ancak sabretmek gerekecek. Çünkü programa göre Molivos’un doğusunda bir sahil köyünde; Skala Sikaminias’da yemek yiyeceğiz.
Küçük ama sevimli balıkçı köyü, sahilde birçok balıkçı lokantasında zor yer buluyoruz.

Adanın batısı hariç bir daire çizerek biraz sonra Midilli limanına ulaşacağız ve saat 18.00 de bizi bekleyen Eşref kaptanın Jale gemisi ile Dikili’ye döneceğiz.


Ancak sırada etleri ve süt ürünleri ile meşhur Mandamados var. Köyün içinde bulunan bir mandıradan yöresel peynirlerden alıyoruz, kızartmaya uygun olanlardan.
Mandamados’da tüm Yunanlılar için kutsal sayılan 17. yüzyıldan kalma Takslarhon Manastırını zamanımız kalmadığı için ziyaret etmeden, adanın kuzeydoğusundan güneyine doğru, Türkiye sahillerine bakarak Thermi üzerinden Midilli’ye döndük.

Bizim Midillide bulunduğumuz günlerde Türk basınında en çok yer alan haber Yunanistan’daki ekonomik kriz haberi idi. Ancak ben şahsen ekonomik krizi göremedim.
Son model motosikletler ve arabaları Midilli sokaklarında görmek mümkün. 

Yunanlılar sandığımdan daha da az sessiz ve sakin çıktı. Akdenizli olmaları nedenleriyle İtalyanlar ve bizim gibi hızlı ve bağırarak konuşacaklarını düşünmüştüm ama yanılmışım.  Ben Yunanlıları daha doğrusu adalıları; rahat, sakin, sade, kendinin ve yakınlarının zevkini düşünen, cana yakın ama yine de mesafeyi koruyan, yaşamayı seven insanlar olarak tanıdım.
Kriz olan bir ülkede esnafın işyerini saat 14.00 civarında kapatarak tatile girmesini, akşam olunca kahve, bar ve nefis deniz ürünlerinin bulunduğu Restaurantları doldurmasını beklemiyordum.

Midilli yemek ve mezeleri, deniz ürünleri biraz farklıda olsa bizim tatlarımıza çok benziyor. Bezelyeden yapılmış fava, bütün olarak kızartılmış veya ızgara yapılmış kalamar ya da vantuzları üzerinde ahtapot, uzolu Midilli köfte bildiğimiz tatlar ancak yapılışı farklı.
Pirinçli veya peynirli kabak çiçeği dolması, saganaki adı verilen peynir kızartması, değişik otların karışımıyla yapılan mücver, cacık, üzerinde koca bir dilim beyaz peynirin bulunduğu domates salatası. Fiyatlar bize yakın, hatta Cunda balık resturantlarından daha ucuz.

Ancak Midilli çarşısında dolaşırken bazı fiyatları pahalı buldum. 1 kilo; kuru fasulye 5.50, kuru nohut 4.80, domates 2.80, 1 adet enginar 1.50 euro etiket taşıyordu. Rehberimizden aldığım bilgilere göre en ucuz kiralık ev 300 eurodan başlıyordu. Midilli’de çalışan öğretmenin maaşı 900 ile 1500, hakim maaşı 2800 euro imiş.

48 saat süren kısa tatilimiz bitti, akşama doğru bu güzel adayı, sıcak ve samimi dostlarımıza el sallayarak, Kalispera Lesvos, iyi akşamlar Midilli diye sesleniyoruz. 

Mayıs, 2010