12 Ekim 2014 Pazar

BEYAZ GECELER RUSYA

ANASTASİA İLE BEYAZ GECELER

MOSKOVA’DAN ST. PETERSBURG’A 



 Peterhof Sarayı, St. Petersburg

 Kremlin Bahçesi, Moskova

Kazan Kilisesi, St. Petersburg

Fotoğraflar: Levent Karacaoğlu

14 - 25 Temmuz 2011 Tarihleri arasında eşimle birlikte Rusya’da MS/Anastasia adlı yolcu gemisi ile Moskova'dan St. Petersburg’a kadar devam eden Volga nehrine bağlantılı birçok nehir, göl, kanal ve seviye havuzundan geçerek güzel bir tatil yaptık.

İstanbul Atatürk havalimanından saat 08.35’de havalan THY Uludağ adlı Airbus A320 uçağımız yerel saatle (Saat farkı +1) 12.40’da Moskova Sheremetyevo havalimanına indi. Tura Turizmin 86 kişiden oluşan Türk turist kafilesi olarak, Rusya ile karşılıklı vizenin kaldırılması nedeniyle kısa süren pasaport kontrolünden sonra rahatça bu ülkeye giriş yaptık.

Bizi karşılayan 3 Türk rehberimizin eşliğinde, Rusya’da 12 gün sürecek tatilimizde hem otel kullanacağımız hem de bizi Moskova’dan St. Petersburg’a götürecek olan nehir gemimizin bulunduğu limana hareket ettik.      
            
Moskova Nehri ana limanda demirli bulunan 260 yolcu kapasiteli ve 4 katlı Anastasia gemisine girdiğimizde yerel kıyafetler içinde bir Rus kızı bize ekmek ve tuz ikramında bulundu. Ekmekten bir parça koparıp tuza banarak yedik. Aynı zamanda bir delikanlı kemanı ile Rus klasiklerinden Kalinkayı seslendiriyordu.
            
Kamaralarımıza yerleştikten sonra, gemiyi ve çalışanları tanımak için dışarı çıktık. Gemiye adını veren Anastasia son Rus çarı 2. Nikolay’ın en küçük kızı. 1918 yılında 3 kız 1 erkek kardeşi, annesi ve babası ile birlikte Ekaterinburg’da Bolşevikler tarafından kurşuna dizilmiş.
             
Üç gün Moskova’dayız. Moskova nehrinin içinden geçtiği şehir Rusya Federasyonun başkenti, nüfusu yaklaşık 11 milyon. Moskova Rus ulusal kimliğinin içe dönük tarafını yansıtıyor. Burası sadece bir başkent değil, Rusların yaşamında tarihi, politik, ekonomik, kültürel ve dini merkez. Kızıl Meydan, Kremlin, görkemli kiliseler ve katedraller, harika müzeler, sanat galerileri, opera ve bale gösterileri, bulvar ve caddeleri, devasa parkları ile turistlerin başını döndüren bir şehir.


Novodeviçiy Manastırı Moskova / Nazım Hikmet Mezarı
            
Moskova şehir turumuza ünlü şairimiz Nazım Hikmet Ran ve eşi Vera’nın mezarlarının bulunduğu Novodeviçiy Manastırı ile başlıyoruz. Rüzgâra karşı yürüyen adam figürlü siyah granit mezar taşının önünde fotoğraf çektiriyoruz. Bugün artık defin işleminin yapılmadığı bu mezarlıkta Çehov, Gogol, Prokofyev, Gromiko, Kruşçev, Yeltsin gibi politikacıların ve sanatçıların da mezarları bulunuyor.
            
18. ve 19. yüzyıldan kalan yapıların sıralandığı ve sadece yayalara açık Arbat Caddesini geziyoruz. Adım başı kendi müziğini yapan müzisyenler, müşterilerinin karakalem resmini yapanlar ve hediyelik eşya satan mağazalar o kadar çok ki insan hangisine bakacağına şaşırıyor. Öğle yemeğini Arbat’ta bulunan Hard Rock Cafe’de.
            
Rusya’da her yemek mutlaka salata ile başlıyor, salatasını bitirene ana yemek servisi yapılıyor. Gezi boyunca daha çok hindi, tavuk, balık ikram edildi. Her yemekte mutlaka tereyağı veriliyor, çorbaları besleyici. Kırmızı pancar, lahana ve havuç bir şekilde içinde bulunuyor. Örneğin dünyaca ünlü Borç çorbası, ekşi krema eklenmiş kırmızı pancar, lahana ve sığır eti parçalarından oluşuyor. Ruslar her mevsim severek dondurma (morozhenoe) tüketiyorlar. 
           
  St. Petersburg’u görmeden Rusya seyahati tamamlanmamıştır derler. Bu söze katılıyorum ve ekliyorum; Moskova’ya yapılan ziyaretler metro istasyonları görülmeden bitmemeli. 12 hatlı dünyanın en eski ve büyük metrolarından olan Moskova metrosu her biri sanat harikası olarak kabul edilen 182 istasyona sahip. Yoğun saatlerde her 90 saniyede bir trenin geldiği sistemden her gün 9,2 milyon kişi yararlanıyor.
Moskova metrosunda ilginç bir uygulama var, hattın ve istasyonların isimleri yolculuk sırasında anons ediliyor. Anonsu yapan kişi erkek ise bindiğiniz trenin yönü Moskova'nın merkezine doğru gidiyor, kadın ise merkezden dışarı doğru gidiyor anlamı taşıyor.
Pahalı bir şehir sayılan Moskova’da metro ucuz, 28 ruble. (1 Euro=40 ruble, 1USD=28,19 ruble civarında idi.)
            
Moskova’nın merkezi Kızıl Meydan. Her yıl 1 Mayıs’ta binlerce kişinin katıldığı geçit törenin yapıldığı ve televizyonlardan hatırladığım taşlarla kaplı bu meydanının girişindeyim. Rusya’nın en tanınmış manzarası karşımda; Aziz Vasili Katedrali. Solumda ünlü devlet mağazası GUM, sağımda kızıl ve siyah renkli Ural granitlerinden yapılmış Lenin’in mozolesi ile kırmızı tuğlalardan yapılmış Kremlin bulunuyor.
            
Kremlin, bugün hala Rusya devlet başkanı Dmitry Medvedev’in çalışma ofisi olarak kullandığı yer. Rehberimiz başkanının ofiste olduğunu söylüyor, çünkü Rusya’nın bayrağı gönderde dalgalanıyor. Medvedev ofisinde çalışırken biz Kremlini geziyoruz. Tophane, Senato, Yüksek Sovyet Prezidyumu, Kongre Sarayı sonra katedral meydanına geliyoruz.
12 Havari katedrali, Patrik sarayı, Meryem’in Göğe Çıkış Katedrali, Başmelek Katedrali. Her milletten binlerce turist 28 hektarlık bu sarayın içinde meraklı gözlerle dolaşıyor.

En çok ilgi görenlerden biri 200 tonluk dünyanın en büyük çanı olan Çar Çanı. 1733-1735 yılları arasında dökülen bu çan daha soğumadan Kremlinde çıkan bir yangını söndürmek isteyen İtfaiyecilerin su tutması üzerine çatlamış. Kopan 11 tonluk parçanın önünde fotoğraf çektirmek için sıra var. Diğer ilgi gören ise bugüne kadar üretilmiş en büyük top olan Çar Topu (1586’da), ancak hiç kullanılmamış, tıpkı Çar Çanı gibi.
            
Moskova’da Tarih Müzesi, Puşkin, Çehov, Gorki, Dostoyevski Edebiyat Müzeleri, Serçe Tepesi, Maksim Gorki parkı ve gösterişli Yelisev Yiyecek Pazarı gezilebilir.
            
Anastasia 17 Temmuz günü bizi uğurlamak için limana gelen orkestranın çaldığı Katuysha şarkısı eşliğinde demir aldı. St. Petersburg’a kadar önümüzde 5 gün var. Sırasıyla; Uglich, Yaroslavl, Goritsy, Kizhi ve Mandrogi’yi göreceğiz. Buraları nehir veya göl kenarında, Rusya bozkırında yer alan köyler, küçük şehirler.

Uzaktan sanki maket gibi görünen soğan kubbeli kiliseler, ahşap evler, limanda bizi karşılayan müzisyenler, elde ürettikleri hediyelik eşyaları satmaya çalışan yaşlı teyzeler, sakin ve sıcacık insanlar.
            
Moskova St. Petersburg arasında nehirleri, gölleri kanallarla birbirine bağlamışlar Ruslar. Çalışmalar Stalin döneminde başlamış. İstanbul’dan yola çıkan bir gemi Don nehrinden Volga nehrine geçerek diğer nehir göl ve kanalları kullanarak Baltık kıyısında bulunan St. Petersburg’a kadar gidebilir. Fakat Moskova denizden 162 metre yüksekte bulunduğu için Baltık Denizi kıyısında bulunan St. Petersburg’a giden yaklaşık 1500 km suyolu üzerinde bulunan 17 seviye havuzundan geçek zorunda kaldık. Gemimiz 162 metre yüksekten deniz seviyesine indi.
            
Moskova’dan kuzeye doğru çıktıkça beyaz geceler daha da belirgin hale geliyor. Geminin güvertesinde saat 22.00 civarında gazete okumak mümkün, gökyüzü tam karanlık olmaya yüz tutarken birden sanki güneş yeniden doğmaya başlıyor (Haziran Temmuz arasında en uzun gündüzler yaşanıyor, 2 hafta hiç güneş batmıyor). O nedenle beyaz geceler eşittir uykusuz geceler demek daha doğru olacak.
            
Kizhi Adası, Onega Gölü / Tecelli Kilisesi

Gezimizin sonuna doğru Rusya’nın kuzeyinde gideceğimiz en son nokta Avrupa’nın 2. büyük gölü olan Onega gölünde bulunan Kizhi adası.  Ada UNESCO dünya kültür mirası listesinde bulunuyor. Adanın üzerinde bulunan Tecelli Kilisesi tek bir çivi kullanılmadan sadece balta ve testere ile 1714 yılında inşa edilmiş. Temeli taştan yapılan büyük kilise, çam ağacından sekizgen bir formda kurulmuş. Toplam yirmi iki kubbeli olan kilise klasik Rus Ortodoks mimarisini yansıtır. Kubbenin balık pulu gibi görünen tahta kiremitlerinin toplam adedi 60.000 olup aynalı (titreyen) kavak türünden yapılmış.
            
Onega gölü Svir nehri ile Avrupa’nın en büyük gölü olan Ladoga gölüne, Ladoga gölü de  Neva nehri ile St. Petersburg’un kurulduğu Baltık Denizi kıyısına bağlı.
Rusya’da suyolları kullanarak yapılan taşımacılık, balıkçılık ve su sporları o kadar gelişmiş ki hayret etmemek mümkün değil.
            
Gezimizin son dört gününü geçireceğimiz Büyük Petro’nun kenti St. Petersburg’a yaklaştıkça gezimiz bitiyor diye hem hüzünlendim, hem de her görenin unutamadığı anılarla döndüğü bu kenti görecek olmaktan mutluluk duydum.
           
  Rusya’nın 2. , Avrupa’nın 39. büyük kenti olan St. Petersburg Çar Büyük Petro (Bütün dünyanın büyük adını verdiği Petro’ya sadece biz deli unvanı vermişiz) tarafından 16 Mayıs 1703’de kurulmuş. 200 yıl Rus Çarlığı’nın başkentliği yapan kentin adı; iç savaş sırasında Petrograd, Sovyetler Birliği döneminde Leningrad olarak anılmış. 1991’de Sovyetlerin dağılması üzerine kentin adı yeniden Sankt Petersburg olarak değişmiş.
II. Dünya Savaşı sırasında (1941) kent Almanlar tarafından kuşatılmış, kuşatma 900 gün sürmüş, 1 milyon insan açlık ve salgın hastalıklardan dolayı hayatını kaybetmiş.
            
5 milyon nüfuslu St. Petersburg, Venedik ve Roma gibi şehirler örnek alınarak inşa edilmiş. Bana biraz da İstanbul’u hatırlattı. Kuzey’in Venedik’i denilen St. Petersburg Neva nehrinde 42 ada üzerinde kurulmuş. Bu adalar 400 köprü ile birbirine bağlı.
            
St. Petersburg şimdiye kadar gördüğüm gezilmesi en rahat kent. Bir kenti keşfetmenin en güzel yolu yürüyerek oluyor, yorulduğumuzda metro imdadımıza yetişti. Şehrin merkezi, kalbi Nevski Prospekt caddesi ve civarı. Cetvelle çizilmiş gibi 5 km boyunca uzanan bu cadde dünyanın da en büyük caddelerinden biri. Kiliseler, tarihi yapılar, alışveriş merkezleri, restoranlar, sokak ressamları ve müzisyenleri sıralanmış.
            
St. Petersburg Rusya’nın Avrupa’ya açılan kapısı, kendisi de Avrupalı, moda, sanayi, kültür ve sanat konusunda Avrupa’nın büyük kentleri ile yarışır. Moskova ne kadar tutucu ise, St. Petersburg o kadar serbest ve liberal. Turistik yerlere girişte Türk parası geçerli ve ruble ile değişim yapıyorlar, hatta Türkçe konuşarak kitap, CD satıyorlar.
            
St. Petersburg’da gezimize Vasilyevski adasından başlıyoruz. Eskiden deniz feneri olarak kullanılan 2 Rotsal Sütun, Donanma Müzesi, ünlü Sibirya mamutunun sergilendiği Zooloji Müzesi, Rus kimyageri Mendeleyev Müzesi burada ziyaret edilebilir.
            
1703 tarihinde Büyük Petro’nun Tavşan Adasında ilk kazmayı vurduğu yerde yapılan Petro- Pavel Kalesini ve katedrali geziyoruz. Büyük Petro ve pek çok halefinin mezarı burada.
            
Zarif saray Meydanı, meydana hakim Kışlık Saray ve meydanın ortasında Çar Aleksandr’ın 1812’de Napolleon’a karşı kazandığı zaferin anısına dikilen Aleksandr Sütunu. Belki inanmayacaksınız ama sütun 48 metre yüksekliğinde ve tek parça granit, tam 700 ton ağırlığında. Esas ilginç olanı zemine tutturulmamış, kendi ağırlığının desteği ile ayakta duruyor. Donanma Binası, Aziz İshak Katedrali, Kazan Kilisesi, Tatar Camii diğer ziyaret ettiğimiz yerler. Griboyedov kanalı üzerinde bulunan Kanı Dökülen Kurtarıcı Kilisesinde restorasyon çalışması olduğu için dışarıdan bakmakla yetiniyoruz.
            
Sırada hepimizin sabırsızlıkla beklediği dünyanın en büyük müzelerinden biri olan Hermitaj (İnziva) var. Paris’te Louvre, New York’taki Metropolitan müzelerinden geri kalmayan bu Kışlık Saray genç İtalyan mimar Bartolomeo Rastrelli tarafından yapılmış.
Hermitaj’da tarihöncesinden 20. yıl sanatına kadar eserleri görmek mümkün.
Müzede 3 milyon adet parça bulunuyor, her bir parçaya 10 saniye baksanız tamamını görmek için 3,5 yıl süreceği söyleniyor.
Hermitaj’da 120 salonda Raffaello, Leonardo da Vinci, Michelangelo, El Greco, Velazquez, Matisse, Roden, Van Gogh, Picasso vb. ünlü sanat ustalarının eserleri sergileniyor.

Ayrıca Anadolu’dan getirilen birçok eşyanın yanında III. Sultan Selim tarafından 1793 yılında Çariçe Büyük Katerina’ya hediye edilen, Osmanlı padişahlarının dini merasimlerinde kullandığı ipek nakışla süslenmiş göz kamaştırıcı otağda dikkati çekiyor.
            

St. Petersburg dışında bulunan 2 saray, Çarın Köyündeki Ekaterinburg Sarayı ve Büyük Petro’nun İsveçlilere karşı kazandığı zaferden sonra yaptırmaya karar verdiği Peterhof Sarayı. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmur altında gezdiğimiz Peterhof Sarayı dünyanın en görkemli bahçeleri arasında yer alıyor. Burada 64 çeşme, 37 yaldızlı bronz heykel ve 142 fıskiye bulunuyor. Yağmura rağmen buradan hiçbirimiz ayrılmak istemedik.

Çok sayıda arkadaş edindiğimiz, çok keyif aldığımız bu gezi 25 Temmuz günü sona erdi.

St. Petersburg gibi güzel bir kente hiç yakışmayan Pulkova havalimanından saat 18.50’de havalanan uçağımız saat 21.10 civarında İstanbul Atatürk havalimanına indi.

            
Dostlarımızla vedalaşırken bir başka gezide buluşmak için kararlar aldık. 

Temmuz, 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder